25 milyonun üzerinde Suriyelinin bulunduğu Türkiye, mülteciler konusunda başarılı bir performans gösteriyor. Üstelik gelişmekte olan bir ülke ekonomisi olmasına, içerde ve dışarda birçok sorunla uğraşmasına rağmen “beni ilgilendirmez” diyerek kolaycılığa kaçmıyor, deyim yerindeyse dünyaya “insani yardım”dersi veriyor.
Şu ana kadar Suriyeli mülteciler için yapılan yardım miktarı 10 milyar dolar. Suriyeli sığınmacılar için, eğitim, sağlık, barınma, istihdam gibi birçok alanda da hâlihazırda mevcut birçok proje hayata geçirilmiş durumda. Devletin yanı sıra, yerel kurumlar, sivil toplum kuruluşları da bu alanlarda çok etkinler. Yani, Suriyeliler konusunda devlet, halk ve sivil toplum kuruluşları gibi birçok aktör, ciddi bir çaba gösteriyor.
Üstelik bu çabanın yüksek bir sosyal ve ekonomik maliyeti bulunmasına rağmen. AB ülkeleri ise, bu süreçte ne yazık ki Türkiye'nin yanında yer almadı.
Türkiye'nin Suriye'de savaş başladığında dile getirdiği uyarılarına ve açıklamalarına kulaklarını tıkayan, oradaki vahşete sessiz kalan AB üyeleri, şimdi ise uyarıların boşa olmadığını görüyorlar.
Suriye'de yaşananları görmeyen Avrupa Birliği ülkelerinin, Suriye'den Avrupa'ya zorunlu göçler başladığında ise, hem Türkiye'ye karşı hem de Suriye'den gelen sığınmacılara karşı tavırları değişti. Suriye'den gelenlere hiçbir ayrım gözetmeksizin “açık kapı” politikası uygulayan Türkiye'den bu konuda yardım talep etmeleri, değişen tavrı gösteriyor.
Suriyeli mülteciler konusuyla bu kadar ilgilenmelerinin asıl sebebinin ise, kendi ülkelerinde göçmen istememeleri olduğunu biliyoruz. Bu yüzden de, bulunduğu coğrafyanın maliyetini yüklenen ve bu konuda önemli deneyimi ve başarısı olan Türkiye'den yardım elini uzatmasını istiyorlar.
Ancak Türkiye'nin bu bölgede maliyeti yüklenirken, bu maliyetin paylaşılması konusunda AB'den de haklı olarak ciddi talepleri olacaktır. Bu talepleri AB geçmiş dönemlerde erteledi, gündeme almadı, hatta görmezlikten geldi. Ama artık o dönemde değiliz. İçinde bulunduğumuz dönemin şartları AB için de Türkiye için de geçmiştekinden oldukça farklı.
GÜMRÜK BİRLİĞİ ANLAŞMASI YENİDEN ELDEN GEÇİRİLMELİ
Dolayısıyla bu yeni dönemde, AB'nin Türkiye'ye olan tavrında zorunlu bir değişiklik olacak. Suriye'den gelen göç dalgasını engellemek için Türkiye'nin liderliğine ihtiyaç duyan AB ülkeleri, Türkiye'nin AB üyeliği serüvenini sürekli çıkmaza sokma alışkanlığına bu kez ara vermek zorunda kalacak gibi.
Yıllardır Türkiye'ye hak etmediği bir muameleyle davranan, üyelik müzakerelerinde olmayacak bahaneler bulan AB'nin Türkiye'ye hakkını teslim etmesi için bir fırsat var önümüzde. Vize muafiyeti, üyelik müzakerelerinde yeni fasılların açılması ve Gümrük Birliği anlaşmasının revizyonu da, bu fırsat kapsamında.
Suriyeli sığınmacılar, geri kabul anlaşması ve vize muafiyeti gibi başlıkların yanı sıra, AB ile 1996 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması'nın geçen 20 yıllık dönemde zamanın gerisinde kaldığı da göz ardı edilmemeli. Gümrük Birliği'nde değişen ekonomik şartların yanı sıra, bir de Avrupa Birliği ve ABD arasında devam eden serbest ticaret ve yatırım ortaklığı anlaşmasının (TTIP) AB'ye üye olmayan Türkiye ekonomisi için ciddi bir tehdit olacağı unutulmamalı.
Bu yüzden, AB ile vize serbestliği ile vatandaşların kısa süreli de olsa vizesiz seyahat serbestisi ile hareketliliği sağlanırken, mal serbestliğini sağlayan Gümrük Birliği'nin aleyhimize işlememesi içinGümrük Birliği'nin yeniden güncellenmesi gerekiyor.
TTIP anlaşmasının dışında kalmak, zaten mevcut durumdaki Gümrük Birliği Anlaşması'nın maliyetini de yüklenen Türkiye için yeni ve daha büyük bir maliyet demek. Aksi halde, yani serbest ticaret anlaşmasından Türkiye'nin dışlanması durumunda, Gümrük Birliği'nin ekonomik anlamda Türkiye için bir anlamı kalmaz.
Bu yüzden AB ile ilişkiler için yeni dönem açılmışken, bu konuyu masaya getirmenin tam zamanı.
FACEBOOK YORUMLAR