28 Şubat 1997 tarihinde alınan kararlar ve sonrasındaki uygulamalar, Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve toplumsal sürecinde ağır bir darbe oluşturdu. Rahmetli Erbakan'ın Başbakan'ı olduğu seçilmiş hükümetin yönetimden uzaklaştırıldığı, seçmenin iradesinin hiçe sayıldığı, çoğunluğun sistemin dışına itildiği, yalnızca siyasetten değil, ekonomik ve sosyal yaşamdan da dışlandığı bir süreçti 28 Şubat.
İsminin “darbe” olmaması veya sivil iktidara müdahalenin silahla gerçekleşmemesi, 28 Şubat'ı darbe kimliğinden uzaklaştırmıyor. Ancak, uzun bir süre 28 Şubat'ın gerekçesinin “laiklik” olduğuna dair bir algı oluşturuldu.
Oysa ki, asıl amaçlanan siyasi darbenin yanı sıra ekonomik bir darbeydi. Çünkü, ekonomik rant belirli bir kesimin elindeydi ve istedikleri gibi ülkenin kaynaklarını kullanabiliyor ve yüksek kârlar elde edebiliyorlardı.
Erbakan'ın başkanlığındaki hükümetten rahatsızlık duymalarının asıl sebebi de, hükümetin bu rant kapısını kapatma çabasıydı. 28 Şubat'ın olduğu 1997 yılından, Türkiye ekonomisinin en büyük krizi olan 2001 krizine kadar TMSF'ye devredilen banka sayısı 20'yi aştı. 1997'de yüzde 5 olan faiz harcamalarının GSYH'ye oranı, 2001 yılına gelindiğinde yüzde 17 seviyelerine ulaşmıştı.
Ne oldu da, faiz harcamaları bu denli arttı?
Bu bankaların devredilme sebepleri neydi?
Bankaların yönetim kurullarında kimler vardı?
Denetimsiz bırakılan finansal alanı manipüle ederek ülke ekonomisini çıkmaza sokan aktörler kimlerdi?
Ne yazık ki bu sorular cevaplanmadığı için, 28 Şubat süreciyle gerçekleştirilen örtük ekonomik darbenin sorumluları, halen daha, 28 Şubat'ın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen, gerçek manasıyla hesap vermediler. Hesap vermemenin yanı sıra, 2000'li yıllarda, milli iradenin etkisizleştirdiği 28 Şubat'ın tekrar dirilmesi için defalarca girişimde de bulundular.
10 YIL SONRA 27 NİSAN, 20 YIL SONRA 15 TEMMUZ
28 Şubat'tan 10 yıl sonra, bu kez Türkiye 27 Nisan e-muhtırasıyla karşılaştı. Üstelik, arkasında güçlü bir halk desteği olan hükümetin sağladığı siyasi ve ekonomik istikrar mevcutken. 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, 27 Nisan'daki motivasyon “laiklik” değildi, asıl mesele halkın iktidarda temsili ve siyasi / ekonomik kararların belirli kesimlerin isteklerine göre değil, halkın taleplerine göre belirlenmesiydi.
27 Nisan'da, günün şartlarına ve gelişmelere uygun olarak, web üzerinden verilen “örtük darbe mesajı”, 15 Temmuz'da bu kez, silahlı bir darbe girişimi olarak karşımıza çıktı. 28 Şubat sonrasında cevap aradığımız sorular varken, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte bu sorular daha da çoğaldı.
28 Şubat ve 27 Nisan'da, ülkede toplumsal bir huzursuzluk olduğu ve ülkenin yönetilemez olduğu vurgusu yapılıyordu. 15 Temmuz için ise, böyle bir gerekçenin sunulmasının mantıksızlığı ortada.
28 Şubat sonrasında, yalnızca siyasi alana değil ekonomiye de ağırlığını koyan darbeci zihniyetin, 15 Temmuz'da Borsa İstanbul'u işgal eden zihniyetten bir farkı yok.
15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığı karşısında, ekonomiyi çökertme planının başka araçlar ve aktörler tarafından devam ettirilmesi, darbeci zihniyetin, sivil siyasetin yanı sıra ekonomiyi de hedef aldığının kanıtı. Döviz kurunun hareketlenmesi için spekülatif operasyonlar, kredi derecelendirme kuruluşlarının mantıkla bağdaşmayan gerekçelerle not indirmeleri, bu planın aşamaları.
Bu yüzden 20. yılında 28 Şubat okuması yaparken, 28 Şubat'ın aynı zamanda bir ekonomik darbe olduğu, hatta asıl amacın da ekonomiyi belirli grupların vesayetinde tutmak olduğu göz ardı edilmemeli. Ayrıca, 28 Şubat'ın yeniden sahneye konulma arzusunun, 20 yıl boyunca birçok müdahaleye motivasyon sağladığı da unutulmamalı.
“Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat sürecine son verilmiş olsa da, 28 Şubat zihniyetinin devam ettiğini son olarak 15 Temmuz'da gördük.
Bu zihniyetin tamamen bitmesi için ise, halkın temsiliyetini arttıracak ve güçlendirecek 16 Nisan büyük bir fırsat.
FACEBOOK YORUMLAR